Ş-T
ŞÂKİR AĞA
(1779-1840 )Dede Efendi’nin çağdaşı, rakîbi ve arkadaşı olan büyük bestekârdır.Vezirköprü’de doğdu ve III. Selim döneminde Enderûn’da öğrenim gördü. Daha sonra burada hocalık yaptı. Ferahnâk makamının mûcididir. Devrinin en büyük ses sanatkârlarından biridir. Günümüze yetmiş üç eseri gelebilmiştir.
ŞEHZÂDE SEYFEDDİN EFENDİ

Beşiktaş Sarây-ı Hümâyûnu’nda doğdu. Sultan Abdülazizi’in beş oğlunun en küçüğüdür. İki yaşında iken babasını, on yaşında iken de annesi Gevherî Kadın Efendi’yi kaybetti. Tanbûrî Cemil Bey’den tanbûr ve kemençe öğrendi. Çocukları; Mehmed Abdülaziz Efendi, Mahmud Şevket Efendi, Ahmed Tevfik Efendi’ler de bestekâr, kemençevî ve tanbûrî olarak ün yaptılar. İstanbul’da Türk musikisinin en büyük hâmîlerinden biri olan Şehzâde Seyfeddin Osmanoğlu’nun elimizde Peşrev, Kâr, Beste, Ağır Semâî, İlâhî, Tavşanca, Marş, Saz Semâîsi, formlarında olmak üzere otuz altı adet eseri vardır.
ŞEKERCİ CEMİL BEY

İstanbul’un Şehzâdebaşı semtinde doğdu. Şehzâde Cami’î başimamı Hasan Tâhir Efendi ile Ayşe Sıdıka Hanım’ın oğludur. Çocuk yaşında hâfız oldu. On üç yaşında iken babasını kaybetti. Ûdî Basri Bey’den ud ve Enderûnî Ali Bey’den repertuvar meşketti. Ahmet Râsm’in mektep arkadaşı olan bestekâr, on altı yaşında Şehzâdebaşında şekerciliğe başladı ve sonra dükkânını Kadıköyü’ne nakletti. II. Abdülhamîd’in kız kardeşi Mediha Sultan’ın başimamı olan bestekâr, 1898 yılında Muzıka’yı Hümâyûn’un Türk mûsikisi kısmına ud sanatkârı ve ud hocası olarak girdi. 1911 yılında kendi isteği ile emekli oldu ve Abbas Hilmi Paşa’nın dâvetiyle Mısır’a gitti. Kahire’de hânedan ve saray mensuplarına ud ve müzik dersi verdi. Burada da bir şekerci dükkânı açtı. Sultânî-i Cedîd isimli bir makam terkîb eden bestekâr Kahire’de öldü ve orada gömüldü. Dördü saz eseri olmak üzere günümüze kırktan fazla eseri gelmiştir.
ŞEKİB MEMDUH BEY

İstanbul’da doğdu. Hâriciye Nâzırı Vezir Şekib Paşa’nın torunu ve Osmanlı Diplomatlarından Memduh Şekib Bey’in oğludur. Babasını küçük yaşta kaybedince Cemile Sultan’ın oğlu Sultan-zâde Celâleddin Bey’in Kandilli’deki yalısında büyüdü. Önce piyano ve Batı müziği sonra da ud çalmayı öğrendi. Galatasaray Sultânîsi’ni bitirdikten sonra otuz beş yıl Ticaret ve Sanayi Odası rapörtörü olarak çalıştı. Türk müziğini çok sesli yapma fikrine sahipti. Çok iyi Fransızca bilen, spor ve av meraklısı olan bestekârın elimizde sadece iki eseri mevcuttur.
ŞERİF ÇELEBİ
( ? -1680)Doğum yeri ve târihi belli değildir. Çok güzel bir sese sâhip olmasının yanında iyi bir sâzende olduğu da bilinmektedir. Mısır’ın Kahire şehrine yerleşerek orada yaşamıştır. Çok çeşitli formlarda eseri olduğu bilinmesine rağmen, Kantemiroğlu sâyesinde günümüze sâdece otuz beş kadar saz eseri gelebilmiştir.
ŞEMSEDDİN ZİYÂ BEY

İstanbul’un Vefa semtinde doğdu. Devlet adamı ve bestekâr Mahmud Celâleddin Paşa’nın oğludur. Bugün adı Galatasaray Lisesi olan sultanîde okudu. Özel hocalardan Fransızca, Arapça, Farsça ve çeşitli ilimler öğrendi. İlk musiki derslerini babasından aldı ve evlerindeki musiki ortamı içinde büyüdü. Tanburî Cemil Bey’den tanbur ve kemençe öğrendi. Devrin Ticaret ve Bayındırlık bakanlıkları ile İstanbul Valiliği’nde çalışarak yüksek rütbeler ve nişanlar aldı. Ünlü diplomatımız Melih Esenbel’in babası ve Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü başkanlığında bulunmuş olan Prof. Dr. Selçuk Esenbel’in büyükbabasıdır. Şarkı bestekârlarımızın önde gelenlerinden olan bestekârımızın günümüze ulaşabilen eserleri otuz kadardır.
ŞERBETÇİ İBRAHİM AĞA
( ? – 1760?)Lâle Devri bestekârlarından olan İbrâhim Ağa, devrin Osmanlı sarayında çavuş unvânıyla görev yapmıştır. Devrinin bestekârları ile ortaklaşa yaptıkları ve ne yazık ki kaybolan altmış beş mısrâlık kâr formundaki eserde imzası olan bestekârımızın günümüze ulaşabilen eserleri on beş civârındadır.
ŞERİF İÇLİ

İstanbul Beşiktaş’ta doğdu. Hacı Mehmed Efendi ile, Söhret Hanım’ın oğludur. Müziğe olan yeteneği küçük yaşlarda ortaya çıkan Şerif İçli ilk müzik ve ud derslerinin komşusu olan Tayyâreci Fethi Bey’in kızı Nakiye Hanım’dan aldı. 1914 yılında Neyzen İhsan Bey’in idaresindeki Beşiktaş Musiki Klübü’ne devam etmeye başladı. Kısa bir süre memûriyette bulunduktan sonra Ankara Radyosu’na girdi. Burada arkadaşı Hakkı Derman ile birçok fasıl programları yaptı. 1947 yılında yine Hakkı Derman ile beraber İstanbul Radyosu’na geçti. Meşhur “Şerif İçli, Hakkı Derman, Şükrü Tunar” üçlüsü bu yıllarda oluştu. Nota yazmaya meraklı olan Şerif İçli yüzlerce eseri bir fotokopi makinesi gibi çoğaltarak yazmış ve bunların bir çoğu Ankara Radyosu arşivinde muhafaza edilmiştir. Hayriye, Sadiye , Rebii , Mustafa isimli dört çocuğu olan Şerif İçli İstanbul Radyosu’ndaki bir emisyon sırasında kalp krizinden öldü. Çok zarif ve kıvrak, duygulu ve hassas bir ud icrasına sahip olan Şerif İçli’nin bu CD’de Hüzzam ve Kürdilihicazkar taksimlerini dinleyeceksiniz.
ŞERİF MUHİDDİN TARGAN

İstanbul’da doğdu. Mekke Şerifi Vezir Ali Haydar Paşa’nın oğlu ve İslâm peygamberinin torunudur. Özel öğrenim gördü. Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca öğrendi. Hukuk ve edebiyat fakültelerinden mezun oldu. Küçük yaşlarında uda başladı. Ali Rıfat Çağatay’ı izleyerek, Ahmed Irsoy’dan ders alarak Türk Musikisi öğrendi. Ayrıca viyolonsel öğrendi. 1924-1932 arasında New York’ta yaşadı ve konserler verdi. 1934-1948 arasında Bağdad Güzel Sanatlar Akademisi’ni kurdu ve yönetti. 1950’de Safiye Ayla ile evlendi. Hazırladığı ud metodu ve icralarından oluşan albüm, ölümünden yıllar sonra basıldı. Udu bir Batı enstrümanı gibi değerlendiren Targan’dan kalan eserler, üç tanesi sözlü olmak üzere 25 adettir. Saz eserlerini özellikle ud için yazmış ve virtüozite çizgisinin üzerinde tutmuştu.
ŞEVKİ BEY

İstanbul’da doğdu. Musikiyi Hacı Ârif Bey’den öğrendi. Osmanlı Sarayı’nın müzik merkezi olan Muzıka-yı Hümâyun’a hânende olarak girdi. Lavta da çalan Şevki Bey, bir müddet sonra saraydaki protokolden sıkılıp görevinden ayrıldı ve devrin Gümrük Bakanlığı’nda memurluğa başladı. Otuz bir yaşında Beylerbeyi’nde öldüğünde, deha çizgisindeki bestecilik hayatı on yıl kadar sürmüştü. Şarkılarını çoğu defa doğaçlama tarzda bestelerdi. Bin civârında beste yapmasına rağmen, elimizdeki eserlerinin sayısı iki yüz elliden azdır.
ŞÜKRÜ ŞENOZAN

İstanbul’un Süleymâniye semtinde doğdu. Şehzâde rüşdiyyesi, Mülkiye îdâdîsi ve Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şâhâne’yi bitirdi. Midilli ve Muğla belediye tabîbi, İzmir Memleket Hastahânesi mütehassısı oldu. Milli Mücâdelede miralay (Albay) olarak görev aldı ve bu sebeple Atatürk’ün özel ilgisine mazhâr oldu. On yedi yıl Aydın vilâyeti sıhhiye müdürlüğü yaptı. Bir müddet Kastamonu milletvekilliğinde bulunan bestekâr, küçük yaşta müziğe olan yeteneği ile Zekâî Dede’den, Zekâî-zâde Ahmed Irsoy’dan Enderûni Ali Bey’den ve Santo Şikârî’den meşk etti. Dr. Subhi Ezgi ve Hüseyin Sâdeddin Arel’le yakın dostluk kurdu. Karacaahmed kabristanı’na defn edilen hekim-bestekârın elimizde iki tânesi “Atatürk Marşı” olmak üzere kırk civârında eseri vardır.
ŞEYH EDHEM EFENDİ

İstanbul’un Fâtih semtinde doğdu. Fâtih Hafızpaşa İlkokulu’nu, Fâtih Rüşdiyyesi’ni ve Bahriye Haddehâne Mektebi’ni bitirdi. Kadirî tarîkatine girdi. Bir müddet Muzıka-yı Hümâyun’a devam etti. Mülâzım rütbesine yükseldi. Fâtih Câmîi derslerine devam ederek Hâfız oldu. 1892 yılında hacca gitti. 1916 yılında Edirnekapısı’ndaki Kefevî Kadirî tekkesina şeyh oldu. Aynı zamanda Nakşi idi. Hocası Hacı Fâik Bey’in olan bestekârın en önemli öğrenci ise Süleyman Ergunerdir. Şiirlerinde “Zârî” ve sonraları “İlhâmî” mahlâsını kullanan Edhem Efendi’nin günümüze yüz altmış dört eseri ulaşmıştır.
TAHSİN KARAKUŞ

Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde doğdu. Ailesi 1877 Rus savaşında Bulgaristan’dan Bursa’ya göç etmiştir. Babası Mustafa Efendi annesi Fatma Hanımdır. Küçük yaşta sesinin güzelliği ile dikkat çekerek, câmilerde ezan ve ilâhiler okudu. 1909 yılında İstanbul’a gelerek medresede öğrenime başladı, mevlidhan Hâfız Kemal Efendi’den dersler aldı, özellikle dini mûsiki konusunda bilgisini derinleştirdi. Birinci dünya savaşının çıkmasıyla orduya asker olarak sevk edildi. Askerlik sonrası bir müddet Maliye’de memur olarak çalıştı. Uzun yıllar Ankara Radyosu’nda ses sanatçısı olarak görev yapan sanatçı daha sonra İstanbul’a yerleşti ve aranan bir fasıl hânendesi oldu. Yirmi cıvarında zarif şarkıyı repertuvarımıza kazandıran bestekâr İstanbul’da vefât etmiş ve Rumeli Hisarı’na defnedilmiştir.
TAB’Î MUSTAFA EFENDİ
(1705? - 1765)Türk bestekâr, hattat, şâir, hânende ve sâzendesi. İstanbul’da doğdu, tahsilini Enderun’da yaptığı sanılıyor. Şiirlerinde “Tab’î” mahlasını kullanmıştır. Bazı eserlerinin güftelerini kendisi yazmıştır. Zamanın değerli şâirleri arasında sayılmıştır. Lâle Devri’nin sonlarına doğru önemli bir bestekâr olarak adını duyurmaya başlamış ve dönemin en önde gelen bestekârlarından biri olarak kabûl edilmiştir.
TÂHİR EFENDİ
( ? - 1774)İstanbul’da doğdu. Babası Dîvân-ı Hümâyûn halîfesi (küttâb zümresi) olduğundan “Halîfe-zâde” diye anılmıştır. Üç ayrı tezkire-i şuârâda ismi kayıtlı bulunan Tâhir Efendi şâirliği ile de ünlü olmakla berâber zamanında da daha çok bestekârlığı ile tanınmıştır. Günümüze sâdece yedi eseri gelen bestekârın ölümüne, şâir Âkif’in düşürdüğü târih şöyledir: “Halîfe-zâde Tâhir göçdü ukbâya”(1188).
TANBURÎ ALİ EFENDİ

Şimdi Yunanistan sınırları içinde kalan Midilli’de doğdu. Aile geleneği gereği, küçük yaşlarında hâfız olarak yetiştirildi. Olumsuz sonuçlanan bir aşk hikâyesi sebebiyle gençliğinde doğduğu adadan ayrılıp İstanbul’a geldi ve medresede okudu. Musikiyi Lâtif Ağa ve Tanburî Küçük Osman Bey gibi dönemin üstadlarından öğrendi. Sultan Aziz döneminde saraya müezzin olarak girdi. Zamanla padişahın ikinci imamlığına yükseldi. 1885’te İstanbul’dan ayrılarak hayatının sonuna kadar İzmir’de yaşadı. İsmi, gençliğinde yaşadığı aşkın etkisiyle ve bir Ramazan ayında İstanbul’da bestelediği Sûzidil eserleriyle özdeşleşti. Klasik ekolün son büyük temsilcilerindendi. En önde gelen öğrencisi Tanburî Cemil Bey’dir. Günümüze yüz on kadar eseri ulaşmıştır.
TANBURÎ BÜYÜK OSMAN BEY

İstanbul’da doğdu. Ünlü bestekâr Nûman Ağa’nın torunu ve Tanburî Zeki Mehmed Ağa’nın büyük oğludur. Çocukluğunda Enderûn-ı Hümâyun’da, yani Osmanlı sarayının eğitim merkezinde öğrenim gördü. Tanburu kendi kendine öğrendi. Önce hânende sonra sâzende olarak ün yaptı. Mevlevî olan Osman Bey’in günümüze ulaşan eserlerinin sayısı kırk civarındadır.
TANBURÎ CEMİL BEY

İstanbul’da doğdu. Üç yaşında babasını kaybetti ve amcasının himayesinde yetişti. On yaşında keman ve kanuna, hemen ardından da tanbura başladı. İlk musiki derslerini ağabeyinden ve Kemanî Aleksan’dan aldı. On sekiz yaşından önce büyük bir tanbur virtüozu olarak tanındı. Yirmi yaşlarında kemençe, lâvta ve viyolonselde de büyük bir usta olarak kabul edildi. Tanburu yayla çalan ve viyolonseli musikimizde kullanan ilk kişiydi. Gramofon sayesinde yurtiçinde ve yurtdışında bir efsane haline geldi. Türk Musikisi tarihinde varlığı “milât” olarak değerlendirilen büyük bir sanatkâr ve önde gelen bir sazeserleri bestekârıydı. Rehber-i Musiki adlı bir kitabı ve eserlerinin toplandığı bir külliyatı da basılmış, hayatı oğlu Mesud Cemil tarafından romanlaştırılmıştır. Taksimleri dışındaki eserlerinden günümüze ulaşanlar kırk kadardır.
TANBÛRÎ HİKMET BEY

İstanbul’da doğdu. Tanbûrî Cemil Bey’in ablası Beyhan Hanım ile Hâkim Sâdullah Bey’in oğludur. Galatasaray Sultânîsi’ni bitiren, şâir olan, tanbûru dayısından öğrenen ve Lâika Karabey’in hocası olduğu bilinen bestekârın günümüze beş eseri gelebilmiştir.
TANBÛRİ İSAK
(1745 - 1814)Yahudi asıllı büyük bir bestekâr olan İsak Efendi aynı zamanda Klâsik tanbur ekolünün en büyük şahsiyetlerinden biridir. III. Selim’in hocası olduğu gibi, Kuyumcu Oskiyam, Zeki Mehmed Ağa ve Tanbûri Mehmed Ağa’yı da o yetiştirmiştir. Gençliğinde çok iyi keman ve sîne-keman çalan bestekârın günümüze seksen civarında eseri gelebilmiştir.
TANBURÎ MUSTAFA ÇAVUŞ
( ? – 1745)Kadıköylü Kadı Mehmed Efendi’nin oğludur. Bu yüzden Kadızâde diye de anılır. İstanbul’da yaşayan bestekâr, 1733 tarihli bir dergide adına rastlandığından dolayı “Lâle Devri” bestekârı diye vasıflandırılmıştır. Osmanlı sarayının yüksek eğitim kurumu olan Enderun’da yetiştirilmiş, padişah yâverlerine mahsus “Çavuş” ünvânını almıştır. Halk edebiyatı tarzında şiirler yazmış, şiirlerinde “Tanburî” mahlâsını kullanmış, halk arasında “Âşık” diye de anılmıştır. Güftelerinin çoğu kendisine aittir. Şarkıları ile büyük şöhret yapmıştır. Günümüze ulaşan eserleri yetmiş kadardır.